26 Ağustos 2016 Cuma

Sylvester Stallone Benim Öğretmenimdi,Valla Bak!:))

vocalization clipart ile ilgili görsel sonucu

Film izlemeyi çok severim.Üniversitede bol vaktim olduğu için baya baya film izledim.Yani hepsi olmasa da bir çok filmi severim.Bir de filmi izlerken karakterleri kimler canlandırmış,yönetmeni kimmiş,onları bizim dilimizde seslendiren kimmiş?

Aslında filmi güzel kılan da seslendirenlerin doğru seçilip,seslerinin karakterlere oturması ve artık o sesin o karakterle benimsenmesi.Mesela Tom Cruise diyince aklıma Sungun Babacan,Fred Çakmaktaş diyince Sezai Aydın,Bugs Bunny diyince de Serkan Altunorak geliyor...

Bir ara ben de bu işe merak sardım.Yani meslek olarak değil ama eğlenceli gibi gözüktüğü için denemek istedim.Üniversiteden döndüğümde Türkçe'yi çok iyi konuşamıyordum.O kadar şahane öğrendim ki İngilizceyi...Yani benden daha iyi konuşan olamazdı...dediğimi düşünmeyin.Sadece öğretmenlerim sürekli ingilizce konuşturdular bizi okulun her yerinde.Haliyle Türkçe kelime aklımdan geçiyor fakat dışarı kelimeler "Şey,şeyi,şeyden..." olarak çıkıyordu.Bu yüzden bir diksiyon kursuna gittim.Araştırdım ve en iyisini buldum.3 ay boyunca diksiyon dersleri aldım.Ama nasıl zevkli ve nasıl güzel bir kurstu o.Bir sürü sektörden insanlar vardı.Bir okul müdürü,bir fizik tedavi uzamanı,bir gazeteci,bir muhasebeci,bir reklamcı,bir doktor,bir mühendis,bir cam sanatları uzmanı ve bir öğretmen(ben)...Ne dersler yaptırdılar ama bize.Diyafram nefesi kullanmak için bize yakından ve uzaktan mum üfletmeler...Yakındaki mumu üfleyerek hemen söndürebiliyorduk ta mum uzaklaştıkça bizim nefesler de tükenmeye başladı.Ve dersin sonunda herkes yerdeydi.Başımız döndü,elimiz ayağımız titredi ama gülmekten çatladık.Canım Müge Oruçkaptan bize doğru söylediğimizi düşündüğümüz kelimelerin yanlış olduğunu söyleyerek doğrusunu öğretti.Hükümet kelimesini bir türlü söyleyememiştik.En sonunda bendeniz bunu başarmıştım.HükÛmet olarak söyleyebilmiştim.Daha sonra Altan Erkekli şiirler üzerinden giderek ses tonumuzu kullanmayı öğretmişti...

Çok güzel zamanlar geçirmiştik.Ve ben işten sonra direkt kursa geliyordum.Haftada 2 gündü.Ben haftasonunu seçmiştim.Çünkü haftaiçi işten sonra formasyon derslerine gidiyordum.3 ayın sonunda bizden bir bölüm seçmemizi istemmişlerdi.Tiyatro,seslendirme ve şarkı söyleme...

Çoğumuz seslendirmeyi seçtik ve iyi ki seçmişiz.İlk dersi merakla bekliyorduk ve kim geldi dersiniz?Sungun Babacan...Ağzımız açık kaldı ve sırf onu dinledik.Önce bir filmden bir kareyi birkaç kere izliyorduk ve elimize text veriliyordu.Sonra da stüdyoya girip o karakterleri biz seslendirmeye çalışıyorduk.Sonra da seslerimizi dinliyorduk.Ama ne gülüyorduk anlatamam.Çünkü orjinal seslendirenin yanında ya da yakınından geçmiyorduk.Detone olanlar,soru sorma ses tonu yapacakken normal cümle kuranlar,ya da cümleyi kaçırıp kıs,kıs gülenler...

Daha sonraki dersimize...Sezai Aydın geldiii...Gözlerimizi kapatıyoruz Fred Çakmaktaş...Bir kapatıyoruz Sylvester Stallone...Harikaydı.Dersler hiç bitmesin istiyorduk.Ve Sezai Aydın bize sordu;
"Benimle birlikte stüdyoya kim girmek ister?"
Tabii ki onun sesinin yanında ezileceğimizi ve yapamayacağımızı biliyorduk ama dedim ki Zeynep bu fırsat bir daha gelmez.
"Ben gelirim hocam." dedim.
"Tamam hadi gel." dedi.
Keanu Reaves ve Cameron Diaz'ın bir filminden ufak bir sahneyi seslendirecektik.Benim tek avantajım ingilizce bilmemdi.İngilizce söylenen bir cümlenin ne kadar uzunlukta olacağını bildiğim için Türkçe cümleleri ona göre yayıyordum.Ama gel gör ki,sadece buydu benim iyi olduğum kısım.Adam bir cümle okudu.Ben de yanında miyav miyav miyav...şener Şen'in filmindeki "Domates,domates...e domates..." der gibi miyavladım resmen.

Ve stüdyodan çıktık.Sesimizi dinledik ve gülmekten yarıldık tabiri caizse.Ama bu deneyim bile güzeldi.

Seslendirme kursu bitiyor diye çok üzülmüştük ama bu kurs bize iş imkanı da sağlıyordu.Demo Cd doldurup,şirketlere gönderiyorlardı.Fakat tek dezavantaj bu işlerin farklı şehirlerde farklı stüdyolar olması.Mesela sizi arayıp,"Hemen Ankara'daki şu stüdyoya gelmelisin..." Ya da "iki saat içinde İstanbul'da ol" demeleri.Başka bir işin olmayacak ki bu işle ilgilenebilesin.Ama bizim başka işlerimiz de olunca bildiğim kadarıyla hiçbirimiz bu işi ilerletmedik.Sadece bir arkadaşımız bir çizgi film karakterini ve bir kaç kararkteri seslendirdi.Hala devam ediyor mu bilemiyorum.Keşke devam etse de biz de "Aaa bak bu ses var ya...Benim arkadaşım!" desek.

Ama çok güzel arkadaşlıklar edindim.Ertesi yıl düğünüme bile gelen arkadaşlarım oldu.Daha sonra sosyal medyadan birbirimizde ekli olduğumuz için bağımızı uzaktan da olsa hiç kopartmadık.Hep haberleştik.Herkesin farklı yaşamları ve farklı hayatları vardı.Herkes birbirine saygı duydu ve kimse kimseye arayıp sormadığı ya da yüzyüze görüşmediği için alınmadı.

Seviyorum böyle saygı duyulan ilişkileri.Zaten bütün ilişkiler aslında saygı üstüne kurulu değil mi?Ya da biten ilişkiler artık saygı olmadığı için bitmiyor mu?

Herşey saygı duymakla başlıyor,sonra sevgi geliyor...Sevgi herşeyi çözmüyor...Gördüm,denedim,deneyimledim.Olmuyor.Karşılıklı saygı olmalı...Ben de sadece saygı duyan bir taraf vardı.O da karşı taraftı.Karşı taraf bir tek kendine saygı duyuyordu:)))

RESİM ALINTIDIR!

Hiç yorum yok: